Sosyal Medya

Güncel

Cemil Çiçek: Türkiye’de kayıtdışı siyaset var

28 Şubat’ın üzerinden 20 yıl geçti. 52 yıldır Türk siyasetinin içinde, dahası çoğu zaman kilit noktalarında yer alan Cemil Çiçek 20 yıllık süreci değerlendirdi. 28 Şubat’ın, Türk siyasetinin kayıtdışı siyasi aktörlerinin ürünü olduğunu söyleyen Çiçek’e göre bu aktörlerden hâlâ ders çıkarmamış olanlar var. “Can çıkmayınca huy çıkmıyor” diyen Çiçek’e göre demokrasi için Türkiye’de her kesimin öncelikle bir ‘tövbeye’ ihtiyacı var.



Cemil Çiçek bütün siyasi hayatı boyunca Türk siyasetinin sağında ve genellikle de muhafazakârlığına vurgu yapılan partilerde yer aldı. Anavatan Partisi’nin (ANAP) kurucuları arasındaydı. Daha sonra sırasıyla Fazilet Partisi (FP) ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nde (AK Parti / AKP) önemli görevler üstlendi. Adalet Bakanlığı, BaÅŸbakan Yardımcılığı ve Meclis BaÅŸkanlığı yaptı. Halen AK Parti Ankara milletvekili.

28 Åžubat’ı kayıtdışı siyasi aktörlerin gerçekleÅŸtirdiÄŸini söyleyen Cemil Çiçek’e göre süreçten gerekli dersler çıkmış olsaydı ne 27 Nisan, ne de 15 Temmuz olurdu.

28 Åžubat’ın üzerinden 20 yıl geçti. O süreci 20 yıl önce yaÅŸarken deÄŸerlendirmeniz neydi, bugün nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz? Düşünce ve tespitlerinizde deÄŸiÅŸiklik oldu mu?

Şüphesiz, en azından olması gerekiyor. Çünkü yaÅŸanan her olay en azından bizim yaÅŸadığımız günü, zamanı hem de geleceÄŸi etkiliyor. Türkiye doÄŸru bir tercihle 20. yüzyılda üç önemli kazanım elde etti. Bunlardan bir tanesi milli mücadeledir, KurtuluÅŸ Savaşı’dır. Ä°kincisi; cumhuriyettir. Üçüncüsü de; demokrasidir.

Biz milli mücadeleyi baÅŸardık. Devleti kurduk. Demokrasiyi tercih ettik. Ancak demokrasi konusunda bir türlü iÅŸi rayına oturtamadık. Her 7 – 8 yılda bir Türkiye bir demokratik ülkede olmaması gereken adına darbe deyin, müdahale deyin ne derseniz deyin ama bir davranışlar, sıkıntılar yaÅŸadı. Türkiye her 7 yılda bir dipten bir dalga yedi. Böyle olunca da halen bu mülâkatı yaptığımız dönemde bile belli endiÅŸeleri taşıyoruz. Ä°nÅŸallah yaÅŸadıklarımız en son olsun diyoruz ama bir türlü de bu temenni gerçekleÅŸemiyor.

28 Åžubat’a geldiÄŸimiz, ona tekaddüm eden günlere baktığımızda, yine havanın karardığını, bulutların yoÄŸunlaÅŸtığını, ÅŸimÅŸeklerin çakmaya baÅŸladığını, bunun da toplumda, devlet kurumlarında ciddi endiÅŸelere, karışıklıklara sebebiyet verdiÄŸini biliyoruz. 28 Åžubat süreci baÅŸladığında, ben kendi içimden ‘Yine mi?’ demiÅŸtim. Çünkü ben kendi hayatımda gördüm. 27 Mayıs 1960 darbesi yapıldığında ortaokul öğrencisiydim. 1961 anayasası yapıldı, yürürlüğe girdi, daha iki sene geçmeden 22 Åžubat ve arkasından da 21 Mayıs darbe teÅŸebbüsleri yaÅŸandı. Onun tortularını bir türlü atamadan, toplumda taÅŸları yerli yerine oturtmadan, bu defa 9 Mart 1971, arkasından da 12 Mart 1971 Muhtırası geldi. 1971’de üniversite öğrencisiydim. 1980’e geldik, bu defa hayata yeni atılmışız, 'Ä°nÅŸallah iÅŸler yoluna girer, bir daha bu kaos, kargaÅŸa, sıkıntı yaÅŸanmaz, ülke böyle bir iç çatışmanın, çekiÅŸmenin içine girmez' derken bu defa geldik 28 Åžubat’a. Arkasından da ÅŸimdi yaÅŸadığımız zındık darbe, 15 Temmuz.

Her muhtıra, her darbe teşebbüsü çok ciddi travmalar meydana getiriyor. Bir defa devlet doğru dürüst çalışamıyor. Siyaset kurumu kök salamıyor. Siyasete alan kalmıyor, siyaset anlamsız hale geliyor. Her defasında da bu darbe teşebbüslerinin yol ve yöntemleri değişiyor. Bu konularda bayağı terakki elde ediyoruz. Başka ülkelere örnek teşkil edecek metodlar, yol ve yöntemler ortaya koyuyoruz.

Neydi 28 Åžubat?

Kamuoyu bunu ‘post-modern bir darbe’ olarak algıladı. O kavram tam yerine oturdu, oturmadı diyerek gereksiz tartışmak yerine, o kavram üzerinden ne söyleyeceksek söylememiz lâzım.

Ne oldu? Evvela, halkın seçtiÄŸi parlamento devre dışı bırakılmaya çalışıldı. Bir kısım bel altı vurmalarla, devlet gücü kötüye kullanılarak, devletin kurumları belli bir grubun amâline (emellerine)  hizmet edecek tarzda iÅŸ ve iÅŸlemler, provokasyonlar yaparak, düzmece bir takım senaryolar – ki bunların bakın hiçbirisi yok- eli sopalı cüppeli insanlardan tutun, Fadime Åžahin, Ali Kalkancı... Buna benzer bir takım senaryolar, hayatı zehir eden her gün görüntüler, her gün kumpaslar, manÅŸetler. Åžimdi daha net anlaşılıyor.

"Anlı, ÅŸanlı gazeteciler selam çaktı”

Genelkurmay’dan manÅŸetler atılıyor, oradan talimatlar geliyor. Anlı ÅŸanlı gazetecilerimiz önünü ilikleyip, selâm çakıyor. Türkiye’de görünüşe bakarsanız parlamento var. Görünüşe bakarsanız hükümetler kuruluyor, kurulmuyor. Böyle bir siyasi kaosun yaÅŸandığı, hak ve özgürlüklerin, güvenliÄŸin büyük ölçüde tehlikeye, ÅŸantaja açık hale geldiÄŸi bir dönem. Partilerin içleri kazan gibi kaynıyor. Mebus transferleri oluÅŸuyor. Mebus transferlerine kaynak teÅŸkil etmek için anlı ÅŸanlı iÅŸ adamlarımız  havuzlar oluÅŸturuyor.

Demokratik bir ülke kuralları iÅŸleterek kamu düzenini saÄŸlayabilir, kalkınmayı gerçekleÅŸtirebilir, sistemi çalıştırabilir, devlet vatandaşına hizmet edebilir. Ama Türkiye'de maalesef 1960’dan bu yana olan sisteme baktığınızda ya Türkiye’nin tamamı ya da belli bölgesi uzun süreler sıkıyönetimler, olaÄŸanüstü hallerle yönetilir halde olmuÅŸ.

2017’de postmodern darbenin 20. yılında bile tüm Türkiye’de olaÄŸanüstü hâl varsa bu iyi bir hâl deÄŸil, iyi bir görüntü deÄŸil. TaÅŸların yerli yerine oturmadığı, siyasetin devlet hayatına yeteri kadar egemen olamadığı bir kısım kayıtta gözükmeyen güçlerin Türkiye’de belirleyici olmaya çalıştığı çabaladığı, olmadığı taktirde de silaha, zora baÅŸvurduÄŸu bir dönem.

“Üç ÅŸeyin kayıt altına alınması lazım”

Onun için bu yaÅŸananlardan sonra ben şöyle bir ÅŸey çıkardım, bu ülkede her somut olayla ilgili yorum yapmak yerine, bu nereden kaynaklanıyor diye kafamda bir model geliÅŸtirdim. Türkiye’nin iÅŸleyen, güçlü, ileri bir demokrasiye, devlete, hak ve özgürlüklerin teminat altına alındığı siyasi bir ortama kavuÅŸabilmesi için üç ÅŸeyin ÅŸeffaf hale gelmesi lâzım, kayıt altına alınması lâzım.

Bunlardan bir tanesi kayıtdışı ekonomidir. Maâlesef olağanüstü yönetim dönemlerinde kayıtdışı ekonomi büyük mesafe kat ediyor. Devlet güçsüz hale geliyor. Haksız rekabet oluyor, adaletsizlik artıyor. Bu da, devlete güveni sarsıyor. Bugün yapılan açıklamalara bakarsak, ekonominin en az üçte biri kayıtdışıdır. Bu vahim bir durumdur. Bu böyle olduğu sürece, biz adaletten bahsetmekte zorlanırız. Çünkü kurala uyan kaybediyor. Kurala uymayan imar rantından tutun, bilmem neye varıncaya kadar büyük paralar kazanıyor. AB süreci içerisinde de üzerinde en çok durulan konulardan bir tanesi de budur. Ekonominin kayıt altına alınması lâzım. Burada herkesin menfaati var.

“Siyasetin yarısı kayıtdışı”

Bunun ne gibi olumsuz yansımaları olur? Demokrasinin kalitesi biraz da bunlarla alâkalıdır. Bunu temin edemediÄŸimiz süre içerisinde, baÅŸka alanlarda da bunun olumsuz yansımaları oluyor. Ekonominin üçte biri kayıt dışı, bana göre de siyasetin yarısı kayıt dışı. Türkiye’de bir de kayıt dışı siyaset var.

Bunu biraz açar mısınız?

Bunun en açık, net olduÄŸu dönemlerden bir tanesi 28 Åžubat’tır. Ä°ÅŸleyen bir demokraside, batı demokrasilerinde, siyasetin kimler tarafından yapılacağı bellidir. Siyaseti yapanlar sahnededir. Bunların tâbi olduÄŸu kurallar var. Partiler kanunu var, anayasası var, her ülke bu tür faaliyetleri nasıl denetleyecekse, kullandığı finansmanına kadar denetler. Bunlar kayıt altındadır, bilinir. VatandaÅŸ hesap sorması gerektiÄŸinde bunlardan hesap sorar. Nasıl sorar? Bir; sandıkta sorar, iki; kendi anayasalarında ve ülke geleneklerinde denetim mekanizmaları var bunlar yoluyla kendi adına yetki verdiÄŸi insanlardan ve kurumlardan sorar.

“Türkiye’de üç çeÅŸit kayıtdışı siyaset var”

Türkiye’ye geldiÄŸimizde üç çeÅŸit kayıtdışı siyaset var.

Ben siyasetçiyim. Cemil Çiçek olarak herkes beni görüyor. Hatamla, sevabımla. Benim mensup olduÄŸum parti belli, öbür partiler de belli. Hesaplarını Anayasa Mahkemesi denetliyor. Yanlış yaparsak, -katılmıyorum ama, kapatıyor. Sandığa gidiliyor, beÄŸenilirse oy veriliyor, beÄŸenilmezse verilmiyor. Ä°yi – kötü Türkiye’deki bütün eksikliÄŸine raÄŸmen, bu siyasetin tâbi olduÄŸu kurallar var, denetimi var ve bu kamuoyunun önünde oluyor. Ama Türkiye ile ilgili en önemli kararların alınmasında kayıt içindeki bu siyaset ne kadar etkindir dediÄŸimizde oturup 90 defa düşünmemiz gerekiyor. Bunun en açık misâli 28 Åžubat.

“28 Åžubat’ın faydası…”

Kayıtdışı siyaseti Türkiye’de üç ayrı grup yapıyor. Bunlardan bir tanesi, bir takım anayasal kurumlar. Görevi siyaset deÄŸil. Anayasanın 6. maddesi ‘Hiç bir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz’ diyor. "28 Åžubat’ın ne faydası oldu" derseniz iÅŸte anayasayı böyle madde madde iyice okumak imkânı oldu. Demek ki bu anayasada her kurumun görev, yetki ve sorumlulukları belli. Bunlar içerisinde siyasetle hiç iliÅŸkisi olmaması gereken, siyaset mahallesinden hiç geçmemesi gereken bir takım anayasal kurum ve kuruluÅŸlar siyasetin tam merkezinde, bana raÄŸmen, bana nazaran.

Kim bunlar? Evvela yargı. Türkiye’de yargı çok uzun zamandan beri siyasetin içerisinde olmuÅŸtur. Yargıya bu siyaset, bazen yargının dışından çoÄŸu zaman da yargının içinden gelmiÅŸtir. Çünkü yargı belli bir ideolojik görüşün aleni taraftarı, militanı olmaya baÅŸladığı andan itibaren belli davalarda, hukuka, kanunlara göre deÄŸil, kendi ideolojilerine göre karar verir hale gelmiÅŸtir. Denetimini de hukuki denetimi olarak deÄŸil, siyasi denetim, yerindelik denetimi olarak yapmıştır.

“Kararlar ideolojik saplantılara göre verildi”

Misal vermek gerektiÄŸinde bunun en açık misalleri 28 Åžubat sürecinde var. Yargı ne iÅŸ yapar? Soyut kurallar vardır anayasada, ilgili mevzuatta. Somutta ihtilaflar vardır. Bu kurallara göre ihtilafları çözecek, karara baÄŸlayacak ve kamu düzeni için toplum da katılsa da katılmasa da bunu kabul edecek. Ama öyle olmadı. Kararlar ideolojik saplantılara göre ve ülkenin yararına mı, zararına mı, kendisinin menfaatine mi, deÄŸil mi ona göre karar verir hale geldiler. Türkiye’de yargının siyasallaÅŸması en açık ÅŸekilde 28 Åžubat’ta sırıttı. Åžimdi bazen bakıyorum üzülüyorum da, bir takım anlı ÅŸanlı yüksek mahkeme üyeleri, baÅŸkanları o dönem koÅŸa koÅŸa Genelkurmay’a gittiler. Ayakta alkışladılar darbecileri.

Siyasi alana müdahale var, bu müdahale edilen alan bir süre sonra kendi önlerine gelecek, daha dava önlerine gelmeden oraya gidip bu tavrı ortaya koymakla nasıl bir yargı kuruluşu olduklarını ortaya koydular ve açıkça da siyaset yaptılar. Kime karşı? O zamanki iktidara karşı.

“Meclis ağız tadıyla cumhurbaÅŸkanı seçemedi”

Ä°kincisi; silahlı kuvvetler. Bunun açık misali, ağız tadıyla bir türlü cumhurbaÅŸkanını seçememiÅŸtir bu Meclis. Halkın cumhurbaÅŸkanını seçmesi sürecine nereden girdik? 27 Nisan’dan (2007) itibaren cumhurbaÅŸkanını seçtirmediler. Ondan evvelkilerine bakın. Kıbrıs’ın üzerinde uçması gereken tayyarelerimiz, uçaklarımız düşmanı ülkemizden kovması için temin ettiÄŸimiz silahlar, cumhurbaÅŸkanı seçimleri olduÄŸu zaman ikide bir Meclis’in üzerinden uçarlar. Tanklar harekete geçer.

1973’deki cumhurbaÅŸkanlığı seçimlerini bir hatırlayın. Meclis’in dinleyici locaları üniformalı generallerle dolar. Ä°stedikleri oy çıkmadığı zaman localardan milletvekillerine küfürler, hakaretler. Senin böyle bir yetkin var mı? Åžu anayasayı siz yaptırmışsınız. Darbelerin sonucunda yapılan anayasalar. Madem ki siz yaptırdınız hiç olmazsa bu anayasaya uyma nezaketini en evvel siz gösterin. Gösterilmedi.

Bu gelenek hâlâ bitmedi. 15 Temmuz’da da kimlerin bu iÅŸe alet olduÄŸu....Bir ülkenin Meclis’i bombalanabildi. Kendi halkına silah sıkılabildi. Peki bunlar niye yapıldı? Siyasi alana müdahaledir, bunlar da kayıt dışıdır.
Başka kuruluşlar bunların arkasında. Bunlar zaten belli bir alanı bu hale getirince, diğerleri de kendi çapında bu işe katkı sağlar.

“Kayıtdışı unsurların hiçbiri sahnede gözükmez”

Türkiye’de kayıtdışı siyasi unsurlar hiçbiri sahnede gözükmez. Mesela bunlardan biri iÅŸ dünyasıdır. Bizimki kadar bu manada çamura batmış bir iÅŸ dünyası yok. Lafın kötüsü iÅŸin kötüsünü yapanlaradır. Onu da lütfen yazın. Bu ülkeye para kazandıran, iÅŸinde, gücünde olan kesim deÄŸil. 28 Åžubat sürecinde nasıl oldu da milletvekilleri bir gecede iktidar partisinden ayrılıp öbür partilere geçti. Suni partiler kuruldu hatırlayın. Havuzlar oluÅŸtu. Bir hayır kurumuna üç kuruÅŸ para verecekse eli titreyenler iktidarı yıkmak için havuz oluÅŸturdular.

“Ä°stanbul medyası, Ä°stanbul dükalığı”

Ä°stanbul medyası, Ä°stanbul dükalığı denir. Bunlar devletle hep içli dışlı olmuÅŸlardır. Gümrük duvarları arkasında zenginleÅŸmiÅŸlerdir. ÖzelleÅŸtirmeleri ucuza kapatmışlardır. 28 Åžubat döneminde göreve gelen üst düzey bürokratların  önemli bir kısmına bakın, hepsi aynı holdingtendir. Bu tesadüf mü? Dün orada çalışanlar, bugün gelmiÅŸ THY Yönetim Kurulu BaÅŸkanı olmuÅŸ, kamu idaresinde en önemli yerlere gelivermiÅŸler. Bunların hiçbirisi kayıtta gözüküyor mu? Bunlar vatandaşın karşısına çıkmazlar ki. Vatandaşın karşısına milletvekilleri dedikleri insanlar çıkar, onların partileri çıkar. Halbuki onların ne dahli var ÅŸu süreçte. Hiç bir dahli yok. Milletvekilinin ne önemi var ki? Tezgah kurulmuÅŸ iÅŸliyor.

“Türkiye’de demokrasi kolibasillidir”

Bir de meslek kuruluÅŸları var. 5’li çete diye kitap yazdılar o dönemde. Her dönemde olmuÅŸtur böyle iktidarla iliÅŸki içerisinde, haksız menfaat peÅŸinde palazlanmış sermaye grupları demokrasiyi kolibasilli hale getiriyorlar. Åžu anda Türkiye’de demokrasi kolibasillidir. Öyle olduÄŸu içindir ki zaten olaÄŸanüstü yönetim Türkiye’de uygulanıyor.

“Medya kötü sınav  verdi”

Üçüncü; medya bunun içindedir. ManÅŸetlerin nasıl atıldığı. KoÅŸa koÅŸa nasıl gelindiÄŸi, ‘PaÅŸam bugün bir emriniz var mı’ diye telefonlar açıldığı. Åžimdi bunlar hiç bir ÅŸey olmamış, dün o kepazeliklerin sorumluları deÄŸilmiÅŸ gibi yine ahlâktan, dürüstlükten, faziletten bahsediyoruz. Bu nasıl iÅŸtir anlamam. Herhalde millet nasıl olsa hatırlamaz bunları diye düşünülüyor ama çok şükür sizler de kayda alıyorsunuz. Medya çok kötü bir sınav vermiÅŸtir, 28 Åžubat süreci içerisinde.

“Demokratik tövbeye ihtiyacımız var”

Medya, sermaye kuruluÅŸları, bir takım anayasal kurumlar kayıt dışı siyasetin köşe taÅŸlarıdır. Bugün de halen belli ölçülerde bu iÅŸin içerisine giriyorlar. Fırsat kolladıkları zaman da kendi alanlarını geniÅŸletmeye çalışıyorlar. Ama bir kısmı 15 Temmuz’da iyi bir sınav verdi. Mesela medya 15 Temmuz’da iyi bir sınav verdi. Belli bir dönemde 28 Åžubat dönemindeki iÅŸ çevreleri çark ettiler. O zamanki gibi deÄŸil. Bu samimi bir tövbenin sonucu da olabilir. Yoksa konjonktürel olabilir. Bunun için evvela bizim önce bir demokratik tövbeye ihtiyacımız var. Elimizi aÄŸzımızı gerçekten iyi bir temizleyici ile yıkamamız lazım.

 

cemil cicek
 
 
 

28 Åžubat’ın aktörleri arasında saydığınız askerler, medya, iÅŸ dünyası, yargının bir kısmının ideolojik davrandığını söylediniz. Bir kısmının sorunu neydi? Devletin "âli menfaatlerini" düşünerek mi hareket ettiler?

Ä°ÅŸte, yerindelik diyoruz. Bir demokratik düzende her kurumun, her kesimin görev, yetki ve sorumlulukları belli. Yargı hukuksal denetim yapar. Yerindelik denetimini yapmak siyaset kurumunun iÅŸidir. Ben bir kanun çıkarıyorum. Çıkardığım kanun Anayasa Mahkemesi’ne götürülebilir. Anayasa Mahkemesi anayasa hükmü ile baÄŸlı olarak bu kanun anayasaya uygun mudur deÄŸil midir bunun hukuksal denetimini yapar. Yoksa bu kanunun Türkiye’nin menfaatlerine midir, deÄŸil midir diye denetim yapmak yargının görevi deÄŸildir. Oysa siyasetçinin, muhalefetin görevidir. Türkiye’nin menfaatine deÄŸildir söylemini söyleme yetkisi muhalefete, siyaset kurumuna aittir.

“Bir hakimin ideolojik saplantısı nedeniyle….”

Sivil toplum kuruluÅŸları da bunlar da düşüncelerini, fikirlerini söylerler. Ä°ktidar partisi de bunları dinler. Kendince istifade eder ya da etmez. Ama sonuçta bu iÅŸin ülke yararına, zararına olup olmadığına karar verecek siyaset kurumudur, yargı deÄŸildir. Nitekim bu düşünce ile, ülkenin yararına deÄŸildir diyerek bir kısım özelleÅŸtirmelerin yapılmasına yargı izin vermemiÅŸtir. Türkiye bundan neler kaybetti. Bir PTT’nin T’si 25 – 30 milyar dolar yapacakken, oradaki hâkimin ideolojik saplantısı ile, ülkenin menfatine deÄŸildir diyerek verdiÄŸi kararlarla, milyarlarca doları Türkiye kaybetmiÅŸtir. O hakimlerin umurunda mı? Çıkıp topluma hesap verebiliyorlar mı? Büyük bir vatan görevi yaptığı kanaatinde. Öyle herkes kafasına göre vatan, millet görevi yapıyor olamaz ki. Bu anayasadaki kurallara göre çalıştırabiliyorsak, deÄŸilse herkes kafasına göre ‘ bu ülkenin yararınadır, bu ülkenin zararınadır, kabul ederim, etmem’... O zaman kaos çıkar, kamu düzeni tesis edilemez. Yargı maâlesef bu hastalıktan bir türlü kurtulamadı.

DiÄŸerleri kurtulabildi mi?

DiÄŸerleri de kurtulamadı. Kurtulamadığı için diyoruz ki 1950’den bu yana çok partili hayata göre düşünüyorsak 67 sene, parlamenter sisteme göre düşünüyorsak 141 sene sonra halen Türkiye’de demokrasi ile ilgili bir kısım sıkıntıları yaşıyorsak, halen en alçak darbe ile Türkiye karşı karşıya kalmış ve devlet dipten derin bir siyasal depremle karşı karşıya kaldıysa, bu hastalıktan kurtulabildiÄŸimizi söylemek mümkün deÄŸildir. Yani 28 Åžubat bunların tümüyle anlaşılabileceÄŸi, rahat anlaşılabileceÄŸi bir olumsuz tabloyu ortaya koydu. Biz bundan ders çıkarabilseydik 27 Nisan muhtırasını yaÅŸamamak lâzımdı.

28 Åžubat’ın aktörlerinden hangisi ne kadar ders çıkardı sizce?

Valla çok fazla ders çıkarıldığını düşünmedim, düşünmüyorum. Meteoroloji TeÅŸkilatı, Åžap Enstitüsü...Onlar da devlet kurumudur ama bunları konuÅŸmuyoruz. Kayıtdışı siyaset yapan unsurlarda bu samimi bir tövbeye dönüşüp ‘ya biz 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, 28 Åžubat’ta yanlış yaptık’ demediler.

27 Nisan’da anayasaya uygun bir seçimi yaptırmadılar. Yapılamadı. Bu kesimler iÅŸ birliÄŸi yaparak, Türkiye rejim bunulamına girdi. Anayasaya kendileri uymadılar. Ondan sonra ‘halk cumhurbaÅŸkanı seçsin’ denildi.

“Can çıkmayınca huy çıkmıyor”

Çok net ve açık bir ÅŸey söyleyeyim. Fikrimiz baÅŸkanlık sistemi olur, parlamenter olur, cumhurbaÅŸkanını halk seçsin olur, seçmesin olur. Bunları teorik olarak tartışabiliriz. Ama kesin olarak ifade ederim ki, eÄŸer 2007’de cumhurbaÅŸkanının Meclis’ten seçilebilmesi mümkün olabilseydi, Anayasa Mahkemesi çomak sokmasaydı, 27 Nisan zırvalığı karşımıza çıkmasaydı, bugün belli tartışmaları yapmıyor olacaktık. Bugünkü sıkıntıları yaÅŸamıyor olacaktık. Kim sürükledi bunu? Kayıtlı envanterde görünmeyen, kayıt dışı siyasi unsurlar.

Bunlar bu fikirlerinden, bu huylarından vazgeçti mi? Valla can çıkmayınca da huy çıkmıyor. Ben çok vazgeçtiler gibi – bir kısım söylemler var, bunu temenni ederim- ama bu konjonktürel vazgeçme midir? Fırsat bulunca yine eski halimize döner miyiz? Her 7 senede bir bu ülkeye bu sıkıntıyı yaÅŸattık biz.

Bunun nedeni demokrasi kültürü eksikliği mi?

Şüphesiz. Bizim mevzuatımızda darbe diye bir ÅŸey yok. Darbenin kendi hukuku var, o kuvvet hukukudur. Evrensel hukuk deÄŸil, tabii hukuk deÄŸil, yürürlükteki kurallar deÄŸil. ‘Güç bende, ben pataklarım’, ‘Devletin sahibi benim’, ‘Rejimin teminatı benim’, ‘Sana bir çizgi çizdim’...Çizgiyi anayasa çizer, sen çizemezsin, senin de o çizginin içinde olman lâzım. Olunmadı. Olunmadığı için 15 Temmuz’u yaÅŸadık.

15 Temmuz’da darbe giriÅŸiminde bulunanların asli unsurları kimler? Bu dediÄŸimiz kuruluÅŸlar. En çok nerelerden adam atıldı? Yargıdan ve buradan. Filan yerdeki öğretmen falan bunlar teferruatın teferruatı. Onlar iÅŸin uç kısımları. Esas belirleyici unsurlara baktığınızda yine 1961’deki, 1971’deki, 1980’deki, 28 Åžubat’taki, 27 Nisan’daki unsurlar. Demek ki çok fazla bir ÅŸey deÄŸiÅŸmemiÅŸ. Onun için bir defa daha söylüyorum: en baÅŸta ben ve biz olmak üzere hepimiz elimizi, ağızımızı bir yıkayıp doÄŸru dürüst samimi bir tövbeye ihtiyacımız var. EÄŸer gerçekten demokrasiyi yaÅŸatacaksak. Yoksa  demokrasi eÅŸittir demagoji haline geliyor, herkes kendine göre bir tanım yapıyor.

Devlet ve millet olarak ordumuz ve yargımız bizim göz bebeğimiz olan kurumlardır. Ayrıca güvenlik güçleri de buna dahildir. Devlet denilince de en evvel akla bunlar gelir. Bu kurumlara karşı hepimizin büyük bir sevgi içerisinde olması ve hassasiyetle korumamız gerekir. Çünkü bunlar olmadan devlet olmaz. Bu kurumlara güven esasen devlete de güven anlamına gelir. O nedenle darbeler veya bu kurumlarca yapılan hatalar en evvela bu kurumların saygınlığına zarar veriyor.

Geriye dönüp yaşadıklarımıza baktığımızda da bunu çok açık görüyoruz. Bu darbeler en evvel kendi itibarlarına ve kurumların kendisine yapılmış oluyor. Zannediyorum kurumlarımızda kendi içerlerinde bu değerlendirmeyi yapıyor olmalıdır. Çünkü siyaset kurumunu da, devletin bu kurumlarını da çürüten kendi pasıdır. Bir atasözümüz var: Demiri çürüten kendi pasıdır.

“Dinde olmayan din”

Üçüncü kayıt dışı unsur sosyolojik gruplar... Bir kısım dinde olmayan din, kayıtdışı din. 1997 AÄŸustosu’ndan beri, bu kayıtdışı üç kuralı söylerim. Ama ÅŸimdi yaÅŸadıklarımızdan sonra, çok şükür artık bu üçüncüsü üzerinde de bir kısım ilâhiyatçılarımız, ilim insanlarımız, özellikle FETÖ Terör Örgütü’nün ortaya koyduÄŸu vahÅŸet ve alçaklıktan sonra bu alana dikkat çekilmeye baÅŸlandı. Bu alandaki bir kısım keyfilikleri, yozlaÅŸmaları, kokuÅŸmuÅŸlukları herkes görmeye baÅŸladı.
Din adına bir şeyler söyleniyor ama bizim inandığımız, milletimizin inandığı dinde bu yok. Allahın kitabında yok, peygamberin hadislerinde ve sünnetinde yok. Adam gecesinde rüya görüyor, rüya gördüğünü zannediyor, gördü mü görmedi mi yoksa saçmalıyor mu, zırvalıyor mu bunu bilme imkanı yok. Halbûki bizim inancımıza göre rüyalar bilgi kaynağı olmaz. İlhamlar bilgi kaynağı olmaz. İnsanların akıllarını ipotek altına aldılar. Vicdanlarını, kanaatlerini ipotek altına aldılar. Dinden ticaret etmeye başladılar.

“Ticareti din olanın müşterisi ÅŸeytan olur”

Bizim Yozgat’ta söylenen çok güzel bir söz var, inÅŸallah bunu herkes kafasına yazar: Ticareti din olanın, müşterisi ÅŸeytan olur. Bir alay ÅŸeytan çıktı. Kimdir diyorsanız, 15 Temmuz’a bir baksınlar.

Eskiden bunları söyleyince, kimdir falan, bir kısmının iÅŸine gelmiyordu, bir kısmı inansa bile ‘ben söylemeyeyim, ben kötü olmayayım da birine söylettirelim’. Mahallenin delisini arıyorlardı. Lafın doÄŸrusunu mahallenin delisine söyletirlermiÅŸ. Åžimdi ne oldu diyorsanız, halen bugün bile bir kısım doÄŸruları söylemek için herkes sus pus, herkes kenarda, mahallenin delisi aranıyor ki ÅŸunları birisi söylese. ‘Mayın patlayacaksa onun başına patlasın, biz kendimizi kurtaralım’ diye. Bakın böyle bir atmosfer bile demokraside halen ciddi sıkıntılarımızın olduÄŸunu gösteriyor.

Toplanıyor himmet paraları, millet din hizmetidir diyor, iyi niyetle, ‘bak bundan çocuklar yetiÅŸecekmiÅŸ, çocuklara yurt yapılacakmış, bak bu çocuklar tarihe, millete, devlete saygılı insanlar yetiÅŸtireceklermiÅŸ, dershane açacaklarmış, okul açacaklarmış’ diye diÅŸinden tırnağından artırıp veriyor, toplanıyor bu paralar sonra Amerikan seçimlerinin finansmanına gidiyor. BaÅŸka nerelere harcanıyor belli deÄŸil. Hesabı belli deÄŸil, kitabı belli deÄŸil. Sonra da insanlar ‘kandırıldık’ diyor.

“Siyaseten, ticareten, dinen kandırılmış insanlar ülkesi”

Onun için; 28 Åžubat’ın açık ortaya koyduÄŸu bir gerçek var ki, bu ülke siyaseten, ticareten ve dinen kandırılmış insanlar ülkesidir.  Her köşe başında ‘kandırıldık, filanca yerden alacağım var’, her köşe başında ‘bilmem falanca yere para vermiÅŸtik’...En önemli kandırılma olayı da 15 Temmuz’da ortaya çıktı. Çok açık, aleni, bilerek, isteyerek bu örgüte katılanlar, onların cezasını vermeli. Ama bir kısım insanlar da var ki, hayır hizmetidir diye buraya verdiler. Ama olmadı.

Bir ders çıkarmak gerekiyorsa, olayları konuşup gitmenin bir anlamı yok. Evvela şu üç kayıtdışılık meselesini herkes zihnine koymalı, her parti programına almalı ve üç kayıtdışı alanı, bilinir, şeffaf, aleni hale getirmesi lâzım. Şeffaf toplumlar, en gelişmiş demokratik toplumlardır ve Türkiye iyi bir yerde değildir.

“Aklımızı, vicdanımızı, cüzdanımızı vermeyelim”

İkincisi; bireyler olarak da aklımızı, vicdanımızı ve cüzdanımızı kimseye vermeyelim. Bu üçü bizde kalsın. Onun için söyledim; ticareten, siyaseten ve dinen kandırılmış insanlar ülkesi. Hayır için, ülke için, vatan için, millet için, bir kısım yüce değerler için bir kısım kuruluşlar çıkıyor ama bir süre sonra yozlaşıyor, yolundan çıkıyor, toplanan paralar işin başındakilerin onun mal varlığına, o da gidince onun akrabalarına o yoksa yeğenlerine geçiyor. Nereden aldın bu kadar parayı kardeşim, sen bir iş yapmıyordun ki? Bu paralar senin saltanat sürmen için değil, hayır, hasenat içindi.

“Başımdakiler daha iyi bilir deme”

Onun için ben diyorum ki, bir ders çıkarmak gerekirse, arkadaÅŸ bir partiye mensup olabilirsin, bir cemaate mensup olabilirsin, bir siyasi gruba mensup olabilirsin, bir yasal örgüte mensup olabilirsin ama aklın sende kalsın. ‘Başımdakiler daha iyi bilir’ deme, dinle herkesi sonunda kararını kendin ver.

Ä°ki; vicdanın sende kalsın. ‘Yok ben düşünmeyeyim, benim baÄŸlı olduÄŸum efendi, benim baÄŸlı olduÄŸum filanca ÅŸahıs, benden daha iyi düşünür, o ne derse doÄŸrudur’ tarzındaki saflığa bir kere daha düşmeyelim. Aklın ve vicdanın, bir de cüzdanın sende kalsın. Hayır yapacaksan, hesabını soramayacağın, nereye gittiÄŸini bilemediÄŸin yere para verme. Götürüp geliÅŸi güzel para veriyorsun. Oraya vereceÄŸine, bu ülkenin bir çok ihtiyacı var. Hepimizin çevresinde okuyan öğrenciler var. Kontrol edemeyeceÄŸi yere para pul vermesin.

“Bataklık mikrop üretmeye devam eder”

BaÅŸka bir dersi daha çıkarmamız lâzım 28 Åžubat dolayısıyla. Çünkü bu dersleri çıkarmadığımız sürece olup bitenleri iyice özümsemediÄŸimiz taktirde, bugün FETÖ’dür, Allah korusun on sene sonra ÇETÖ’su çıkar. Bu bataklık bu türlü mikropları üretmeye devam eder.

Sadece sevindirici olan husus 15 Temmuz’da en dağınık olan siyaset kurumu, en derli toplu hale geldi. Bu sevindiricidir Türkiye adına. Ä°ktidarı, muhalefeti, Meclis’te olan partiler, dışardakiler 15 Temmuz gecesi ‘bu iÅŸ doÄŸru deÄŸildir’ denildi. GeçmiÅŸte böyle bir destek olmadı. GeçmiÅŸte bu darbelerde taraf olan partiler oldu. Herkes darbenin karşısında oldu, bu doÄŸru bir iÅŸtir. Türkiye için ümit verici bir iÅŸtir.

28 Åžubat’tan en büyük dersi çıkaran siyaset kurumu olduÄŸu için mi?

Buna bakarak böyle bir şey düşünmek doğru olur. Siyaset kurumu iyi bir tavır ortaya koydu. Bunun devam etmesi lâzım, bu birlikteliğin. Bu herkesin aynı düşünmesi anlamına gelmiyor ama demokrasiyi korumak filanca kurumun görevi değil. Demokrasinin sahibi de, rejimin sahibi de, cumhuriyetin koruyup kollayıcısı millettir. Millet adına görev yapan siyasi partilerdir. Kimse durumdan vazife çıkarmamalı. İşleyen bir demokraside durumdan vazife çıkarmak kadar vahim bir şey olamaz. İşte 28 Şubat durumdan vazife çıkarmaktır. Herkes kendi durumuna göre yeni vazifeler üretir, türetir, sonunda da memleket bir sıkıntıdan başka bir sıkıntıya düşer.

28 Åžubat her ne kadar bir ortağı olsa da,  muhafazakâr bir siyasi partiye karşı yani Refah Partisi’ne karşı dönüktü. Muhafazakâr siyaset 28 Åžubat’tan nasıl dersler çıkardı sizce? Sağıyla, soluyla Türk siyaseti ne dersler çıkardı ve bunların gereÄŸini yerine getirebildi mi?

O zaman iyi bir sınav verilmedi. Bundan istifade ile 55. Hükümetin nasıl kurulduÄŸu ortada. O zaman iyi bir sınav vermedik. 15 Temmuz’a bakarak bundan ümitvar olmamız gerekiyor. 15 Temmuz’da bu istisnai bir durum olmamalı, rejim, demokrasi söz konusu olduÄŸundan, Anayasa’nın baÅŸlangıcındaki üç maddedeki hususlar söz konusu olduÄŸunda, ‘bunlar bizim ortak paydamızdır, bir arada yaÅŸamamızın ÅŸartlarıdır’ diyerek bu konularda hassasiyet gösterilmesi gerekiyor. Bundan sonra da bunu canlı tutmamız lâzım. Bu yöndeki söylemleri kuvvetlendirmek gerekir.

“Vekalet savaşının iki yöntemi var”

Åžunu görmemiz gerekir, bu 15 Temmuz’da bir defa daha ortaya çıktı. Åžu günlerde çok kullanılan bir kavram var: vekalet savaÅŸları. Velaket savaşının iki yöntemi var. Biri; terör birisi de darbeler. Türkiye’deki terör örgütleri de, darbeler de vekalet savaşının uzantılarıdır, enstrümanlarıdır. Hiç bir darbe teÅŸebbüsü dış destek olmadan yapılmamıştır, yapılmaya teÅŸebbüs edilmemiÅŸtir. En son olan açık ortada. Daha hâlen idrak etmemek için kırk dereden su getiriyorlar, çamura yatıyorlar. Bu öyle olduÄŸu sürece de ‘ bu iÅŸin arkasında sen varsın’ imajı, kanaati gittikçe kuvvetleniyor.

Türkiye’nin uyguladığı dış politikalar bir kısım uluslararası güçlerin veya büyük devletlerin iÅŸine gelmiyor diye bunu halka çözdüremiyorlarsa, halk yoluyla onu iktidardan edemiyorlarsa bir teröre baÅŸvuruyorlar sizi içe döndürmek, siyasi – ekonomik istikrarsızlık meydana getirmek, devlete güveni sarsmak ve iktidarı yıpratmak. Bir bu yoldur. Bu yol 50 senedir Türkiye’de uygulanıyor.

BaÅŸta PKK olmak üzere, ÅŸu an Türkiye’de faaliyet gösteren terör örgütlerinin hepsi aÅŸağı yukarı aynı kaynaklardandır. Ve bir vekalet savaşı yürütüyorlar. Türkiye’de iktidarı yıpratmak...Bugün AK Parti iktidarı, dün baÅŸka bir iktidar, ondan evvel baÅŸka…
Ä°kincisi de, eÄŸer bu sorunu çözmeye yetmiyorsa, bu terör örgütlerinin ortaya çıkardığı kaostan, kargaÅŸadan istifade ile normal sivil idare, partiler ülkeyi yönetemiyor, ‘hadi gelin bakalım sizler, vatan – millet, ülkenin birliÄŸi bütünlüğü tehlikeye girdi, buyrun iÅŸ başına’. Bu da bir baÅŸka vekâlet savaşıdır.

Dış destek olmadan da Türkiye’de hiç bir darbe teÅŸebbüsü yoktur. Çok kesin. Bu darbe teÅŸebbüsünün arkasında da her halde Mozambik, Ruanda, Madagaskar falan deÄŸil. Bu türlü ahlâksızlığı icra edebilecek bir elin parmağı kadar devlet vardır. DiÄŸerleri ferî ortaktır. Onun için ona da bir bakmak gerekiyor.

28 Åžubat bu söylediklerimizin çok açık ve net ortaya çıktığı bir durumdur. 20 yıl sonrasında da bu çok fazla deÄŸiÅŸti mi derseniz, 20 yılda da çok fazla bir ÅŸey deÄŸiÅŸmiÅŸ olsaydı, 15 Temmuz’u yaÅŸamazdık. Åžunu görmek lâzım. Henüz bu 20 yılın perde arkası tam yazılamadı, konuÅŸulamadı.

Neden? Az bir zaman deÄŸil...

Az değil ama peyder pey çıkıyor. Bir kısmıyla hâlâ görev yapıyorsunuz. Bunun getirdiği pek çok zorluk var.

Tam anlamadım ne demek istediğinizi...

Bir kısım unsurları söylemeye çalıştım. Bu mekanizmaları harekete geçiren de bir takım insanlar var. Bunların bir kısmı halen devlette görevde, yargıda görevde, silahlı kuvvetlerde görevde, emniyette görevde, bir kısmı halen Türkiye’de büyük sermaye grubu olarak faaliyet gösteriyor filan. Geriye dönük çok fazla defter karıştırmaya baÅŸladığında, gelecekle ilgili bir ÅŸey yapamazsınız . Onun için iktidarlar da geriye dönük çok fazla defter karıştırmak yerine, ‘lanet olsun, artık geride kaldı, ben bugüne ve bundan sonrasını düzeltmeye çalışalım’ diyor. Onun için ÅŸunu çok net söylerim: AK Parti’nin 15 yıllık iktidar döneminin perde arkasını bilenlerin sayısı da çok fazla deÄŸildir.

Sayın CumhurbaÅŸkanı’nın açıklaması vardı, ‘Sabrettik’ dedi. Ben bunları hükûmet sözcüsü olarak çok söyledim. Öyle ithamlar oldu, öyle ÅŸeyler oldu ki biz ‘aman Türkiye’nin huzuru kaçmasın, aman Türkiye nereye gidiyor’ diye bir endiÅŸe tekrar yeÅŸermesin, vatandaÅŸta bir panik olmasın diye en haklı olduÄŸumuz meselelerde bile bunu sineye çekmiÅŸizdir.

Bu 28 Åžubat’ta yaÅŸananlardan AK Parti nezdinde çıkarılmış bir ders miydi?

Bu sadece o zaman deÄŸil. AK Parti bundan ders çıkardı, çıkarmadı...Çıkarmıştır. En azından böyle hüsnü zanda bulunmak doÄŸru olur. Ama ben ÅŸunu söyledim, anayasa neden deÄŸiÅŸmelidir ile ilgili, ÅŸimdi bir oylamaya gidiyoruz ama bundan 5 sene, 6 sene, 8 sene evvel, ‘bu ülkede iÅŸlerin iyi kötü iyiye gidip gitmemesi bazı kiÅŸilerin sabır ve tahammülüne baÄŸlıdır’ dedim.

1983’de rahmetli Özal iÅŸ başına gelmiÅŸ. Protokolde 7. sırada. Halkın seçtiÄŸi insan. Darbeyi yapanlar protokolde ondan önce geliyor. Ne zamana kadar? 1989’a kadar. Sözüm ona seçime girdik. Halkın seçtiÄŸi bir iktidar 1983’te iktidar oldu ama halkın seçtiÄŸi baÅŸbakan protokolde 7. sırada. ‘Canım ne olacak 7.de olsun’ demeyin. Bunun devlete yansımalarına bir bakın. BaÅŸbakanlık garajı amirliÄŸine varıncaya kadar bir emekli astsubay. MüsteÅŸarların önemli bir kısmı emekli subay. Ä°yi de ben yeni bir iktidarım, yeni bir ekiple, zararı yok, aÅŸağıdakiler deÄŸiÅŸmesin filan ama benim politikamı benimsememiÅŸ olanlarla nasıl ben bu iÅŸi götüreceÄŸim?

Diyelim ki ben özelleÅŸtirmeden yanayım. Ekonomi ile ilgili kilit noktadakiler buna karşı. Nasıl olacak bu? Sistem nasıl çalışacak? Özal’ın gözyaşı döktüğü dönemler vardır. Ben hatırlıyorum, Kenan Evren Adana’da, o da Mersin’de bir konuÅŸması var zehir zemberek. Buna karşılık Özal’ın da hislenerek, duygulanarak yaptığı açıklamalar var. Demek ki, bu iÅŸler daha yeteri kadar biliniyor deÄŸil.

Şunu görmek lâzım. 28 Şubat aslında dış destekli, bir vekâlet görevinin ifâsıdır. Bin yıl sürecek falan denildi ama çok şükür sürmedi. Ama bu defa da başka bir kuyuya düştük.

Türk halkı açısından değerlendirseniz.. Halk ne gibi çıkarımlar yaptı?

Buna karşı belki anında tepki veremedi...Önce ÅŸuna bakalım, 28 Åžubat sürecinden sonra yapılan ilk seçim 18 Nisan 1999 seçimidir. Oradaki oy dağılımına bakın. Demek ki vatandaÅŸ da olup bitenlerden şöyle veya böyle etkileniyor. Ä°lk anda biraz daha tedirgin oluyor. Biraz daha rahatsız oluyor. Bizim insanımızda öyle protesto etme alışkanlığı pek yoktur. Çok şükür 15 Temmuz’da bu açıkça ortaya çıktı. Demek ki vatandaÅŸ da bu mânâda daha da olgunlaÅŸma yönünde bir çaba var. Sandıkta bu türlü teÅŸebbüslere karşı bir tavır ortaya koyuyor. Bir protest oy kullanılıyor. Ama mesafe yakınsa belki onda deÄŸil, ondan sonraki seçimde yapıyor. Ama bu arada da bir siyasi belirsizlik de orta yere çıkıyor. Nerede çıkıyor derseniz? Koalisyonlar bunların sonucu. Zaten koalisyon varsa Türkiye’de iÅŸler yürümedi, yürümüyor. Bizim demokrasi kültürü dediniz, bizim birlikte iÅŸ yapma alışkanlığımız pek yok. HoÅŸumuza gitmiyor olabilir ama biz koalisyonları çalıştıramadık. 4 ay hükümet pazarlığı yaptık, kurduÄŸumuz hükümet 3 ay ya gitti ya gitmedi. Yapamadık bunu. KeÅŸke birlikte iÅŸ yapabilme alışkanlığımız olsa. Bu sadece siyasette mi, ticarette de bakın öyle. BaÅŸarılı olan ÅŸirketler aile ÅŸirketleridir.

“18 Nisan 1999 seçimlerine bir bakın”

28 Åžubat’ın siyasette ve halkta nasıl bir duygu nasıl bir izlenim nasıl bir karar verme sürecine toplumu sürüklediÄŸini görmek için 18 Nisan 1999 seçimlerine bir bakın. Bu seçimlerin özelliÄŸi ne? Söylediklerimiz üzerinden baktığınızda, müstakilen üzerinde doktora tezi yapılacak kadar önemli bir seçim. Bu seçimde, hem mahalli idare seçimleri, hem genel seçimler birlikte yapıldı. Aynı kiÅŸi, geldi sandığa bir milletvekili için oy kullandı, attı sandığa. Gitti aldı pusulayı büyükÅŸehir belediyesi için oy kullandı. Geldi, Meclis üyeleri için oy kullandı. Geldi, il genel meclisi üyeleri için oy kullandı. Arkasından da muhtar. Yani aynı zaman dilimi içerisinde bir kiÅŸi birden fazla seçim yaptı. Oraya bakarsanız, mesela, il genel meclisinde birinci sırada Fazilet Partisi ama milletvekili seçimlerine gelince vatandaÅŸ ‘Ya ben buna oy verirsem yine başımıza bir iÅŸ mi gelir, bir sıkıntı mı olur? Yav siz hele bu defa ÅŸurası  ile idare edin’ ....Aynı insan yapıyor bunu. Ayrı ayrı zamanlarda olsa bir ÅŸey demiyeceÄŸim. Üç beÅŸ dakikalık zaman dilimi içerisinde yüzde 15’tir. Öbüründe yüzde 21- 22 kaçsa. Mesela Ankara, Ä°stanbul’un belediye baÅŸkanı için Fazilet Partisine veriyor ama milletvekili seçimi olduÄŸu zaman aynı kiÅŸi ‘Yav bunlar bize bir iÅŸ çıkarır, bir maraza çıkarır, iyi kötü de iÅŸleri bir yoluna koymaya çalışıyoruz, baÅŸka bir sıkıntı olur mu’… 1999 seçimlerine iyi bakmak lâzım.

Son olarak çıkan KHK ile çıkarılanlar arasında 28 Åžubat’ta tavır almış, maÄŸduru olan insanların da yer alması eleÅŸtiriliiyor. Bunun için ne dersiniz?

Kanaatim ÅŸudur; bir olaÄŸanüstü dönem. Hakikaten geçmiÅŸ darbelerden farklı bir darbe teÅŸebbüsü oldu. Ä°ngilizler Ä°stanbul’u iÅŸgal ettiÄŸinde bile Meclis – i Mebusan’a silah çekmediler. Meclis bombalandı.

Bu darbeden psikolojik olarak etkilenmeyen insan ya da kurum var mı? Yok. Böyle bir ortamda da bir kısım iÅŸlerde, BaÅŸbakan’ın da ifadesi var, bir kısım yanlışlıklar, bir kısım eksiklikler, bir kısım doÄŸru olmayan iÅŸlerin yapılması normal. KeÅŸke bunun sayısı ne kadar az olursa iyi olur.

Ötekilerden farklı olarak bu darbede bu iÅŸleri düzeltecek kurumların kendisinin çürümüş olmasıdır. Hak hukuk denildiÄŸinde en evvel akla yargı gelir, Åžap Enstitüsü gelmez. Hak ve özgürlükler söz konusu olduÄŸunda bunun tüm geliÅŸmiÅŸ ülkelerdeki en önemli teminatı yargıdır. Bir haksızlığa uÄŸradığınızda, kamu görevlisiyseniz vesaireseniz devlet size haksızlık ettiÄŸinde yargıya gidersiniz. Öbür türlü olursa adli yargıya gidersiniz. Siyaseten çıkardığınız iÅŸler Anayasa Mahkemesi’ne gider orada denetlenir.
Gördük ki çürümenin en büyük kısmı yargıda. 4 bine yakın hâkim ve savcı atıldı.Şimdi ister istemez, orada işlerin istenildiği gibi gitmesini beklemek çok gerçekçi olmaz. Yapılanları doğrudur, iyidir, hak etmişlerdir anlamında söylemiyorum. Olabildiği kadar bu değerlendirmeleri gerçekçi yapmak lâzım. Aynı şey devletin güvenlikten sorumlu kurumlarına baktığınızda aynı sıkıntıları orada da yaşarsınız. Bir de karar vericilerin yanındaki adamlar, yanımızdaki adamlar bunlardan çıkmış, kelepçelemiş. Bu toplumsal psikolojiyi de zehirler, kişisel olarak da rahatsız edici bir durum var.

Ama bütün bunlara raÄŸmen, bunlar yapılan bir yanlışlığın gerekçesi olmaz. Ben hak ve özgürlükler konusunda biraz daha dikkatli olunması gerektiÄŸini, hele hele akademisyense, ilim adamıysa 9 defa düşünmemiz gerektiÄŸini söylüyorum. Ben hepsini tanımıyorum, Ä°brahim KabaoÄŸlu’nu tanıyorum, ben kendisine saygı duyarım, iyi bir anayasacıdır.

“Yargının tutuklama tutkusu vardır”

Bir de geçmiÅŸ o Balyoz’da, Ergenekon’da gördük. GeçmiÅŸten beri bizim yargımızın bir ‘tutuklama tutkusu’ vardır. Bu biraz da vatandaşın beklentisiyledir. Biraz da baÅŸka türlü yönlendirmelerle. Savcı suçlu olduÄŸu kabul edilen birini tutuklamazsa hemen zan altında kalır. ‘Yolunu buldu kurtardı’ bilmem ne falan. Belki bu baskılarla....Bugüne mahsus deÄŸil ama adi suçlarda da....

Özellikle ilim insanları, bilim insanları bakımından, aydınlar açısından yargının biraz daha dikkatli olması gerekiyor. Ä°darenin de. Çünkü bunun dışarda Türkiye aleyhine çok kötü kullanımı var. Tabii ateÅŸ düştüğü yeri yakar. AteÅŸ bize düştüğü için bizim algalamamız ile, Brüksel’dekinin, Londra’dakinin, Washington’dakinin algılaması aynı olmuyor. Bazıları önyargılı bunu kullanmaya çalışıyor, bazıları bilmem basında kötü bir algı operasyonu var, ondandır falan. EttiÄŸimiz hayır ürküttüğümüz kurbaÄŸaya deÄŸmiyor diye bir laf vardır bir ÅŸey yapacaksak bu gerçekten hukuk açısından karşılığı olmalı diye düşünüyorum.

Kaynak: Al Jazeera

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.